Antibiyotikler bulunmadan önce dünyamız varolmaya devam ediyordu ancak ilk antibiyotik bulunduktan sonra daha fazla antibiyotik bulabilmek için inanılmaz bir yarış başladı. Penisilin ve streptomisinin her ikisi de bir tür mantardan elde edildiğinden yeni antibiyotik türleri bulabilmek için doğal olarak oluşan bakteriler üzerine olan odak arttı. Bir tür antibiyotik olan tetrasiklin de işte bu çalışmalar sonucunda ortaya çıktı.
Araştırma grupları dünya üzerinde bakterilerin yetişebileceği her yere bakıyordu ancak astinomisetler adı verilen organizmaların yaşadığı toprakta bulunan bir tür mantar üzerinde yapılan çalışmalar umut vadediyordu. Lederle Laboratuvarları adı verilen bir kuruluş, günümüzde artık kullanılmayan bir antibiyotik olan aureomisin parçalarına bazı toprak örneklerinde rastladı. Pfizer da bu laboratuvarının izinden gitti ve aureomisin kadar az bulunan bir antibiyotik olan terramisin üzerine odaklandı. Hem aureomisin hem de terramisin geniş bir alanda kullanılabilen birer antibiyotik olmakla birlikte hem gram-pozitif hem de gram-negatif bakterileri kapsamaktadır. Bu sebeple bilim insanları bu antibiyotiklerin nasıl çalıştığına yönelik yapılan araştırmalara büyük bir ilgi gösterdi.
Lloyd Conover (d. 1923), 1955 yılında aktinomisetlerden üretilen antibiyotikler üzerinde çalışırken önemli bir buluşa imza attı. Conover, bu antibiyotiklerin terramisinden üretilen antibiyotiklere benzer bir yapıya sahip olduğunu keşfetti. Tetrasiklin adı verilen bu yeni kimyasal, doğada meydana gelen bir maddenin değiştirilerek daha gelişmiş bir ilaç üretilebilmesine olanak sağlayan ilk kimyasal oldu. Çalışmalar sonucunda ortaya çıkan bu kimyasal ve ondan elde edilen doksisilin ve minoksilin günümüzde pek çok hastalığın tedavisinde kullanılan birer antibiyotik olarak kullanılmaya devam etmesine rağmen günümüzde gereğinden fazla kullanılan antibiyotikler pek çok bakterinin antibiyotiklere karşı direnç kazanmasına neden oluyor.