Milyonlarca kişi, lazer göz ameliyatı sayesinde miyopi, hipermetropi ve astigmatizm göz sorunlarını gidermiş ve gözlük takmayı bırakmıştır.
1950li yıllarda İspanyol bir göz doktoru olan Jose Barraquer, göz korneasının şeklini ameliyatla değiştirebilmenin bir yöntemini keşfetti. Onun bu yöntemi, Rus bir göz doktoru ve cerrahı olan Syvatoslav Fyodorov tarafından iyileştirildi. Fyodorov, radyal keratotomi yöntemi sayesinde göz bebeğinden gözün dış sınırlarına doğru radyal (ışınsal) kesikler atarak, düştükten sonra gözlük camlarının gözüne batması sonucu gözüne zarar veren bir çocuğun gözündeki cam parçalarını çıkarmayı başardı. Kornea iyileştikten sonra çocuğun görme yetisi, kaza öncesine kıyasla çok daha iyiydi. Fyodorov'un bu başarısı, reflaktif cerrahi alanında ilginin artmasına önayak oldu.
1968 yılında Hint bir doktor olan Mani Lal Bhaumik ve iş arkadaşları, Kaliforniya Üniversitesi'nde excimer lazer adı verilen ve argon-florid gaz karışımının elektrikle uyarılması ile elde edilen, 193 nm dalga boyutuna sahip bir UV lazeri icat ettiler. Bu yöntem, o günden bu yana kırma kusurlarının tedavisinde kullanılan ve inanılması güç bir hassasiyete sahip olan bir tedavi yöntemi olmayı sürdürmektedir. 1973 yılında Bhaumik, Denver Optik Birliği'nde düzenlenen bir toplantıda bu yeni yöntemin detaylarını paylaştı ve ardından bu yöntemin patentini üzerine aldı. Bundan yedi yıl sonra bir diğer Hint kimyager olan Rangaswamy Srinivasan, ultraviyole excimer lazer ışınlarının, her bir canlı doku üzerinde ve çevresindeki dokulara zarar vermeden oyma işlemi yapabileceğini buldu.
Tüm bu bulgular üzerinde çalışan İtalyan Lucio Buratto ve Yunan Ioannis Pallikaris, 1990 yılında LASIK adı verilen lazer göz ameliyatı yöntemini keşfetti. Bu yöntem, kendisinden önce gelen yöntemlere kıyasla daha kararlı işleyen bir yöntemdi ve ameliyat sırasında ve sonrasında oluşması muhtemel sorunların büyük bir kısmını içermiyordu. LASIK'ten sonra geliştirilen diğer lazer göz ameliyatı yöntemleri, bu yöntemi performans açısından iyileştirmesine rağmen LASIK'in kendisine özgü kısıtlamaları, bu alanda diğer tedavi yöntemlerinin geliştirilmesinin önünü açtı.