Yirmi birinci yüzyılda hız, her şeyden daha önemli gibi görünmektedir. Roketleri ve uçakları hareket ettiren türbin tabanlı motor sistemlerini iyileştirmenin yanı sıra bilim insanları, Scramjet'i (Supersonic Combustion Ramjet - Sesten Hızlı Yanma Odası Ramjeti) geliştirdiler. Bu ramjetler, sıradan yöntemlere kıyasla çok daha hızlı seyahate olanak sağlamaktadır.
Scramjetler, sıradan motorların yakıt oksitleyici madde taşıma gereksinimini kaldırır. Bunun yerine scramjet motorları, atmosferde bulunan oksijeni kullanarak yakıtı yakar ve bu sayede aracın daha hafif olmasını, daha verimli çalışabilmesini ve son derecede hızlı hareket edebilmesini sağlar. Scramjetler uzun bir süredir teoride bir olasılık olmaktan öteye gidemedi ancak 2002 yılında Avustralya'da bulunan Queensland Üniversitesi'ndeki bilim insanları ve Birleşik Krallık savunma şirketi QinetiQ, ilk başarılı scramjet uçuşunu gerçekleştirdi. Her ne kadar bu test, sadece teknolojinin işlevselliğini tanıtmaktan öteye gitmese de araç, Mach 7 (sesten yedi kat hızlı) hızına ulaştı.
O zamandan bu yana Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), Hyper-X adını verdiği proje kapsamında scramjetleri kullanılabilir birer teknoloji haline getirmek için çalışmaktadır. Bu teknolojinin bir gün Mach 15 hızına ulaşabileceğine ve bu sayede New York'tan Tokyo'ya süren on sekiz saatlik yolculuğu iki saate indirebileceğine inanılmaktadır.
2007 yılında Birleşik Devletler İleri Araştırma Projeleri Ajansı (DARPA) ve Avustralyalı Savunma Bilimi ve Teknoloji Organizasyonu'nun (DSTO) ortaklaşa düzenlediği bir çalışmada bir uçuş, Mach 10 hızına ulaşmayı başardı. Bu jetlerin bir gün ticari olarak kullanılmaya başlaması ile dünya çok daha küçük bir yer haline gelecektir.