Londra'da bulunan Guy's Hastanesi'nde bir doğum uzmanı ve jinekolog olan James Blundell (1790 - 1878), doğum sonrası aşırı kan kaybına uğrayan kadınlar için kan nakli yapılmasının muhtemel bir çözüm olduğuna inanıyordu. Blundell, 1816 yılında kediler ve köpekler üzerinde benzer çalışmalar yapan John Leacock'un çalışmalarından da haberdardı. Leacock, kan bağışı yapan ve bağışı alan canlının aynı türden olması gerektiğini belirtmişti.
Blundell'in gözetiminde insan üzerinde yapılan ilk kan nakli, doğum sonrası kan kaybına uğrayan bir kişinin üzerinde değil, mide kanserinden muzdarip 35 yaşındaki bir erkek üzerinde yapılmıştı. 22 Aralık 1818'de, 400 mililitre civarında kan, birden fazla kişiden alınarak mide kanseri olan kişiye nakledildi. Durumunda kısmi iyileşme gözlenen hasta, 56 saat sonra hayatını kaybetti.
Kan naklini gerçekleştirebilmek için Blundell, Blundell'in çarkı adı verilen ve bir huni ve pompadan oluşan bir alet kullandı. Bu alet, 1818 ile 1829 yılları arasında on adet kan nakli operasyonunda, Blundell ve meslekdaşları tarafından kullanıldı ve on nakil operasyonundan dördü başarıyla sonuçlandı.
1829 yılında The Lancet dergisine yazan Blundell, kan nakli yapılan kişilerde ateş, sırt ağrısı ve baş ağrısının yanı sıra, koyu renkli idrar gözlendiğini belirtti. Bilim adamları, Blundell'in aslında AB0 uyumsuzluğundan bahsettiğini sonradan anladılar. 1900 yılında Viyanalı Doktor Karl Landsteiner, bazı insanlardan alınan serumun diğer insanların alyuvarlarını tutkallaştırdığını belirtti. Landsteiner, çalışmaları sonucunda A, B ve daha sonradan 0 olarak adlandırılan C olmak üzere üç adet kan grubunun varlığından bahsetti. Bir sonraki yıl, çok daha az görülen AB kan grubunun varlığı da kanıtlandı. Landsteiner, onun bu buluşunun kan naklinde de kullanılabileceğini bahsetti ancak onun bu fikri, bir on yıl ilgi görmedi.